Facebookta Paylaş
.15.02.2022

Gelenekleri olan ama geleneklerini ya hiç tanımayan ya da yanlış tanıyan sözümona “gelenekçi” bir topluluğun mensubu olarak Son Fikir gazetesinde her senenin 12 Şubatına ulaşınca rahmetli babam Şalgamcı İbrahim Kara (oğlu)’yı anan bir yazı kaleme almak adeta bir geleneğimiz oldu.

Bundan önceki yazılarımda babamın fikirlerini, bizlere vermiş olduğu ilhamı, gazete logosunun yanındaki bize miras olarak bıraktığını söylediği “meşruiyet”i “meşrubat” sanan akrabamıza kadar oldukça renkli hatıraları ve birçok cahillikleri de ilaveten paylaştım. Tabii ki bunları kendi gözlüğümden anlattım. Kalın camlı gözlüklerimi düşünenler vardır şimdi. Esnaf Lokantasının külübir parmak kadar uzamış sigarasını ağzında tüttürerek çorba karıştıran aşçısını hatırlıyorum: Henüz çocuktum. Buyur “Camekân” demişti. Bizim toplulukta, aslında bütün kasabalı ve köylü topluluklarda farklı olmak dışlanma veya dalga geçilme nedenidir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden felsefeci Prof. Dr. Ahmet İnam “Hıyaran” adlı küçük bir kitabında (s.45-46) diyor ki: “ Herkes hıyarlığı başkasında arıyor… Ezebildiğimiz insanlara ‘sevgi’ duyuyoruz. Ezemediklerimiz hıyar oluyor.”Herhalde eziklerin en zavallısı sevgi kazanacağım diye bu ezikliğe razı olandır. Merhum babam böylelerine “bir aferine bir tuluk su içenler” derdi. Ahmet İnam mana ve lezzetin yitimini, hayatın ve değerlerin yozlaşmasını “İnsanın hıyarlaşması fenomeni” olarak ifade etmektedir. Bu fenomen Amerika’ya da Almanya’ya da gitseniz pek değişmiyor. Hıyarlık baki kalıyor vesselam. Çocukluğum dâhil ezilerek kazanılan böyle bir sevgiye hiç tenezzül etmedim. Hıyarlardan sevgi beklemeyecek kadar fıtraten, yaratılıştan asaletliyim. Asalet derken kastettiğim Nazilerin temerküz kamplarından canını zor kurtaran bir Psikiyatr Victor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” eserinde bahsettiği manadadır. O diyor ki : “Bütün yaşadıklarımdan bu dünyada iki insan ırkı olduğunu, ama sadece iki ırk olduğunu- soylu insan ‘ırkı’ ve soysuz insan ‘ırkı’ olduğunu öğrendim. Her ikisi de her yerde bulunur, toplumun her kesimine sızar. Hiçbir grup sadece soylu ya da soysuz insanlardan oluşmaz.”Eyvallah…

Babamızı anmamızın toplumsal sebebini geçen yıl ki yazımda yeterince açıklamıştım: “Tabii bu anmanın toplumsal ve kültürel bir gerekçesi var:  Bu gazetenin savunduğu temiz toplum, temiz siyaset, bilgili ve duyarlı vatandaş olma ve daima hukuki ve etik meşruiyet dairesinde kalma gibi değerlerin; Türk devletinin ve Türk milletinin kutsal varlık ve bağımsızlığına ve bundan ayrılmayacak olan Atatürk İlkeleri, İnkılapları ve Umdelerine bağlılık ve sadakat gibi ideallerin ilham kaynağı evvela Babamız Karaoğlu olmuştur.”

Babamın istemediği bir işin, birkaç istisna hariç, pek hayırlı çıktığına tanık olmadım  “Yavrucuğum asaletli aileden kız iste. Bunların yüzü cıncıkla sıyrılmış. Kepaze ederler adamı” dediğinde burnunun dikine gidenlerin de pek pişman olduğunu gördüm ama. “Bad-el harab-ül Basra”, Basra harap olduktan sonra tabii…

İki yıl önceki yazımdan da küçük bir paragraf alıntılayarak devam etmek istiyorum ancak sakın yoksulluğu övdüğüm sanılmasın. Peygamber Efendimiz “"Nerede ise fakirlik, küfre denk olacaktı" buyurmuşlardır BeyhakîŞuab; Taberânî, el-Evsat). Büyük İskoç Düşünür David Hume da “İnsan Doğası Üzerine Bir inceleme” (s.242) adlı eserinde “Hiçbir şey insanı saygı duymaya götürmede zenginlik kadar ve hiçbir şey bir insanı küçümsemeye götürmede yoksulluk kadar güçlü bir neden değildir” der. Bütün bunlara rağmen : “Babam Karaoğlu el etek öpüp onun bunun denetimine girmediği gibi, çoklarının tersine üç kuruşluk dünyanın, beş kuruşluk saltanatına gönlünü kaptırmamıştır. Yoksulluk çok çekmiştir velakin İki tane zengin görünce ağzını ayırıp, aman bunları nasıl şaklabanlıklarla memnun ederim diye kıvranarak şahsiyetsizleşen bir karakter fukarasına asla dönüşmemiştir.” Elhak doğrudur.Milattan sonra II. Yüzyılda yaşamış Antik dönemin bilgeliğini temsil eden mühim isimlerden biri olan Doktor Galenos “Ruhun Tutkularının Teşhisi ve Tedavisi” eserinde şöyle söyler. “Eğer bir insan zengin ve güçlü kimseleri ziyaret etmiyorsa, onlarla yemek yemiyorsa, disiplinli, ilkeli bir yaşam sürüyorsa, o adamın doğruyu söylemesini bekleyebilirsin.” Yani tersini yapanların yalan konuşması daha muhtemeldir manası da çıkar bu cümleden hareketle. Doğru konuşmanın tadını ağzından yalandan başka bir şey çıkmayanlara tarif etmemin imkânı yoktur. Hayatında et yememiş insanlara kebap anlatmak gibi. Kebap anlatılmaz yenilir. Tabii Lokantacı Girneli Ali Ağabeyinoradan (hoş orası da kapanmış ya artık!) beş kişilik ciğer yemeyi beslenme sayan zahireci veya küspeci esnafına (veyahut merhum Ziraat Mühendisi Kozanlı Yalın Kılıç’ın ifadesiyle “bok dükkânı” sahiplerine) sözümüz olamaz bu hususta... Yalın Kılıç Ramazan ayında bisikletinin ön sepetliğine koyduğu akşamlığını götürürken bana denk geldiğinde derdi ki: “Felsefeci kardeş eğer ben Paris’te yaşasaydım. İnan ki oraya belediye başkanı olurdum ama Kozan’da olduğum ve henüz bir bok dükkânına sahip olamadığım için beni bir şey yapmazlar”. Çocukların kuş vurdukları sapanları kitap karşılığında toplayan güzel bir insandı. Şimdi ki saçma insanları görünce Yalın Ağabey’in sapanının ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorum. Sapanları babasının Cumhuriyet mahallesindeki ahırdan bozma kütüphanesine koymuştu. Burasını o vakitler görev yaptığım okulumuzdaki bayan öğretmenlerle bir gün ziyaret ettiğimizde müzmin bekâr Yalın Ağabey’in kızları köşeye çekip (beni kastederek) “Bir daha mihmandarınız olmadan gelin kızlar” deyince biraz kırılmıştım doğrusu. Taşlarımızı gediklerine koyarken noksan bırakmayalım… Allah rahmet eylesin kendisine, iyi adamdı.

Platon Devlet eserinde (s.319) diyor ki: “Zenginlik ve kazanç düşünmenin en iyi yolu olsaydı, para severlerin övdükleri övülmeyi yerdikleri yerilmeyi en fazla hak edenler olurdu." Hoş zenginler hep kendilerini övüp, para kazandığı için en akıllı adam sayarlar kendilerini ve sırf bunun için en büyük saygıyı hak ettiklerini varsayarlar. Etrafındaki üç beş dalkavuğun kiralık iltifatlarını gerçek sanmaları ise tam bir budalalıktır.

Babam dostlarıyla sohbet ederken ağır misafirlerine kahvelerin; rutin konuklarına çayların biri gider diğeri gelirdi. İşin doğrusu bu manzara, aklını menfaatle bozmuşların “kaz gelecek yerden kesin tavuk esirgememek içindir bütün bunlar” diyerek alçak ve kıskanç ruhlarını sözümona zekâlarıyla susturdukları aptal kafalarının asla kavrayamayacağı türden ancak asil ve yüksek gönüllerin idrak edebileceği rahmani sohbetlerigösteriyordu. Yüce Kuran-ı Kerim’de (Rum Suresi 7) kıraat edildiği gibi “Ya'lemune zahiren minelhayatiddunya, ve hum anilahıreti hum gafilun” “Onlar, bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler; ahiretten ise hep gafildirler”. Sadece ahiret değil tabii ki dünyevi erdemlerden de gafiller çokturlar. David Hume adı yukarda geçen eserinde (s.317) “Hiçbir haz sevip saydıklarımızla bir arada olmanın verdiği doyuma eşit değildir.“der. Babamın bu hazzı nasıl aldığını çocuk gözlerimle çok gördüm. Dizine vurarak gülmelerini ve de iri elleriyle tuttuğu kocaman mendili ile gözyaşlarını nasıl sildiğini de. Yalçın Küçük’ün “ağlamak insanın kendisine acımasıdır.” sözü her zaman doğru değildir. İnsan başkaları için de ağlar. Bunu bencil mikroplar anlayamaz. Victor Frankl’ın yukarda adı geçen eserindeki (s.80) isabetli ifadeleriyle “Gözyaşlarından asla utanmamız gerekmiyordu. Çünkü gözyaşları bir insanın cesaretlerin en büyüğüne, acı çekme cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu. Ancak çok az kişi bunu kavrıyordu.”

Connecticut Wesleyan Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Brian Fay “ Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi” kitabında şöyle yazar: “Ötekileri onurlandırmak, yanlış olduklarını düşündüğümüzde onlara meydan okumak ve hakkımızdaki eleştirileri üzerinde düşünmektir. Bunlar onları ciddiye aldığımızı gösterir. Saygı dinlemek istemek, ötekilerden öğrenmeye açık olmak, tepki vermek ve gerektiği zaman eleştirmek demektir.” Şimdiki zamanın her şeyi bilen cahillerinden bunları görebilir misiniz? Bana pek mümkün görünmüyor. Babamdan iyilik gördükleri halde, onu öleceği zaman sevenlerin, babamın kendi ifadesiyle “bir paket sigara alıp hediye etmeyi beceremeyen” yarım akıllı bazı sevimsizlerin Kuran- Kerim’de geçtiğini, manasını, tefsirini bilmeksizin ağızlarını hümezelümeze yaparak “aynelyakin, ilmelyakin, hakkalyakin” diyerek güya babamın maneviyatıyla istihza ettiklerini hatırlayınca son sevgi kırıntıları ebediyen yok olmaktadır. Belleğimi seviyorum. Bugünkü geçimimi belleğimle sağlıyorum. Tanrıya her zaman şükrediyorum. Öğrendiklerimle önceden değil ama şimdi mutluyum. Öğrenmeye devam etmek mutluluktur başlamak değil. Bilmek acıdır bilmemek değil. Unutmak budalalıktır hatırlamak değil.

Allahu Teala Hazretlerine sonsuz şükürler ediyorum beni İbrahim Karaoğlu’nun çocuğu yaptığı için. Anneme ve babama sayısız teşekkürlerimi arz ediyorum. Her gün muhakkak sabah namazımdan sonra babama da dua edip “bir gün vakti geldiğinde onunla mutlu ve güzel bir şekilde buluşabilmeyi niyaz ediyorum.” İnşallah o günde gelecek. Peygamber Efendimiz “Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyuruyor. Ben daima babamla beraberim. Ben ondayım o bendedir. Zaten öyle söylemişti. “Beni Yakupta (göbek adımdır) arayın”.  Babamı dünyasını değiştirmesinin 30. Yıldönümünde her sene daha da artan bir muhabbet, saygı, minnet ve yürek dolusu hasretle anıyorum. İyi ki bu dünyadan senin gibi bir adam geçti iyi ki babam olmuşsun var ol nur ol.

                                                                                                                                                             Cihan KARA