Halk Köşesi
Arap Aga
Facebookta Paylaş Makale Listesi
MAZİDEKİ ÇOCUKLUĞUM! 08 February 2024 Thursday

Çocuğuz ya! Günahımızla sevabımızla çocukluğumuzu doya doya yaşadık desem yalanım yoktur, yaşadık. Yoksul bir hayatı tınmayan afacan yoksul aile çocuklarıydık. Çile tarlasında modern bir hayattan uzak ilkel bir hayatı yaşayarak büyüdük, keşke hiç büyümeseydik ve hep çocuk olarak kalsaydık. O zorlu geçen güzel günler hiç unutulur mu?

Daha dün anamızdan doğar doğmaz yaşama merhaba diyen toprağa belenmiş kıpır kıpır ele avuca sığmayan bebeydik. Ne çabuk geçti ömür dediğimiz hayat. İlk ağlamalarımızla üzüntülerimizi döktük gözyaşlarımıza. Ve ilk gülümsemelerimizle yaşadık sevincimizi. Daha bebeyken sezdik korkularımızı, ve daha bebeyken sıkı sıkı sarıldık yaşam denen tutkularımıza. Ve yaşamın bu denli kolay olmadığını zor da olsa anlamaya çalıştık.

Ve öğrendik yaşamın ne demek olduğunu.

Haksızlığın hukuksuzluğun ve dengesizliğin özgürce at koşturduğu günümüz dünyasında, hayatın çelişkili saplantılarına saplanıp kalan bir hayata, bir isyandı öfke bakışlı duruşlarımız. Şairin dediği gibi (Hoş geldin bebek yaşamak sırası sende! Senin yolunu gözlüyor hayatın bütün zorlu rampaları. Kolera, kuşpalazı, tifo, tifüs, sıtma, boğmaca, kaba kulak, verem gibi hastalıklar falan... Açlık yokluk sefalet falan... Gelelim bugünlere, ( Hoş geldin bebek! Senin yolunu gözlüyor uyuşturucu bağımlılığı sarhoşluk ayyaşlık falan... tarikat müritliği, İlaç bağımlılığı, türlü türlü kanser çeşitleri, şeker ve kalp hastalıkları, tansiyon ani ölümler falan... Uçak kazası, trafik kazası, kanlı savaşlar, sahipsizlik falan... ) Hayatın bütün zorluklarına rağmen yaşamı kolaylaştırmanın yollarına baktık.

İcat'ın ne anlama geldiğin bilmediğimiz halde, daha çocuk yaşta meraklıydık bir şeyler araştırmaya, çocuk yaşta uzayın derinliklerine dalıp giderdik. Acaba Dünya'mızdan başka bir Dünya var mıydı? Uzayın derinliklerinde canlı bir yaşamın var olup olmadığını merak ederdik. Uzayın derinliklerine gidebilmek kafa yorduk durduk. Farkında olmadan ne ilkel icat'lar icat etmedik ki. Biz icat ettik bize göre bir icat. İcat ettiklerimizi oyuncaklaştırdık oyuncak niyetine oynadık. Çünkü oyuncaklarla oynama çağındaydık. Çünkü o çocuksu çağlarda yaratıcı çocuklardık. Çünkü üretmesini bilen çocuklardık. İçimizden gelirdi yaratıcılık. Çünkü emeğimizden alırdık gücümüzü. Çünkü akılcı düşünür, akılcı hareket ederdik. Yani aklımızı kullanmasını bilirdik. Öteki bir yurttaş olmanın ezikliği işte. Yoksul bir hayatın hırpani kılıklı yoksul aile çocuklarıydık. Elimizden tutanımız olmayınca icat ettiğimiz icat'larımızı tozlu yollarda mazimizin derinliklerine gömdük ve sadece yaşamak için ve sadece soluk alıp verebilmek için daha çocuk yaşta geçim kavgasının yollarına düştük.

Zayıf, çelimsiz, avurtları çökmüş, bakımsız kara kuru umuda yelken açmış, umutsuzluğa posta koyan dirençli çocuklardık. Genç yaşımıza kadar babamızdan okul harçlığı istemedik. Biz çalıştık biz kazandık biz ev ekonomisine iyi kötü üç beş kuruş katkı sağladık. Ne zaman genç olduk işler değişti. Rezil bir hayat yolumuzu gözlüyordu. İşsizliğin oyuncağı olmuş, İşsizlik yüzünden babamızın üstüne yük olmuştuk, Gerçekten çok zor ağır koşullarda, zorlu geçen yıllarımıza katlanmak çok zordu. Yaşamın bütün zorluklarına rağmen, inişli çıkışlı rampalı yollarda zorlana zorlana hayatı yaşayarak öğrendik, iyiyi kötüyü öğrendik. Hayatın bütün yükünü sırtımızda taşırcasına büyüdük.

Hiç aç yaşamadık, ama aç yaşadığımız günlerimiz olmadı değil. Bir kuru ekmek çok şükür karnımızı doyururdu. Burada kusuruma bakmayın bu çok şükür işine kafam pek çalışmaz, felâket bozuk atarım. Çok şükürü asla kabullenemem! Çünkü tuzu kuruların işi bu, ( Çok şükür!) Si?tiri b?ktan bir teselli hikayesi. (Çok şükür!) hamudu ile götürürler armudu. Aynen çok şükürle karnımızı doyururlar. Ne demek çok şükür? Sarayımızda süslü bir prenses mi? Vallahi bu çok şükür hastalığı bulaşıcı hastalıktan beter hastalık. Ulan rezil yaşantımıza şükrede şükrede bakımsız tarzana döndük yani ölüp gideceğiz! Daha nereye kadar şükredeceğiz? Gene de çok şükür. Ne o arkadaş? Cennette huri kızları ile aşna fişna peşinde misin?

Ensesi kalınların ensesi ha bire kalınlaştıkça bizim ensemiz ha bire inceldikçe inceliyor. Sen hangi alemde geziyorsun kara sevdalı yâr? Bu işte bir terslik yok mu uykudaki sevgili yâr? Uyan...! Bir zamanların moda şarkısına ayak uydur. (Uykuda mısın sevgili yarim? Uyan...! uyan...! aç pencereni göreyim yüzünü uyan yâr.) İnadımıza uyanmak istemiyorsan, suç bizim mi sevgili yâr! Ayaklar altında sürünmeye gönül vermişsen suç bizim mi sevgili yâr? İçinde bulunduğun rezil hayata ağlıyorsan, ağlamayı sen istediğin için ağlıyorsun sevgili yâr! Biz mi ağlattık seni, suç bizim mi? Bak sizin gibiler yüzünden bizlerde ne çilelerle boğuşuyoruz. Suç sizde ve sizin gibilerde. Suç bizde ve bizim gibilerde, balık hafızalı kara sevdalı sevgili yâr! Ve inadımıza bir kuru ekmekle karın doyurmayı beslenme sanıyorsan, yanılıyorsun şeyhine gönülden müthiş bir tutku ile bağlı kadersiz kara sevdalı yâr! Yine de bu sefil hayatına şükrediyorsan Allah işini rast getirsin, kara düzene kara sevdalı yâr!

Ve hayal meyal anımsarım daha dün bebeydik. Ve nereden nereye... biraz büyüdük çocuk olduk, biraz daha büyüyüp genç olacağiz derken, bir bakmışız feleğin çemberinden geçmiş, yetmişine merdiven dayamış çilekeş bir ihtiyar olmuşuz.

Anamız bizi doğurduğu gün hayatı yeni yeni tanımaya başladık. Emekleye emekleye emekleyerek doğanın eşsiz güzellikteki o muhteşem manzarasının koynuna özgürce bırakı verirdik körpe bedenlerimizi. Ve doğa bizim anamız, doğa bizim babamız, doğa bizim her şeyimiz. Ekmeğimiz suyumuz, canımız can yoldaşımız. O sevgisini bizden esirgemeyen ana kucağı tadında, doğanın kucağında bal şerbeti akan memelerini yudum yudum içerek, yaşadık. O güzel mutluluklarımızı...

Doğanın canlı bir yaşama sunduğu o güzel manzaraya sahip çıkmasını bilmiyorsak, çölleşmeye aday topraklarımızda ellerimizle geliştirdiğimiz kötü kaderimize ne kadar kahredersek edelim geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye! Yeşil bir hayatı hayatımızdan çıkarıp fütursuzca harcarsak, doğa bize bir gülünü dahi koklatmaz. O yeşil görünümündeki manzarasının koynunda milyonlarca canlının yaşadığını unutmayalım. Can taşıyanın canına değer vermiyorsak demek ki canımızın değerini bilmiyoruz demektir. Doğayı yok sayarsak, doğanın acımasız kanunları affetmez. Afetleri hep birlikte yaşadık mı? Yaşadık! Hep birlikte korkuları yaşadık mı? Yaşadık! Hep birlikte ölümlerin kıyısından döndük mü? Döndük? Ölenlerimize rahmet okuyorum.Yaşanılan onca felaketlerin ne büyük acılar yaşattığına hep birlikte tanık olduk mu? Olduk! Öyleyse hep birlikte doğayı korumak bize düşer.

Hiç hoş gelmedin ocağımıza mutlu sefalet. Gülerken ağlattın bizi be...