Halk Köşesi
Arap Aga
Facebookta Paylaş Makale Listesi
MAZİDEKİ ÇOCUKLUĞUM 215 February 2024 Thursday

 

Güzel gözlüm. Her geçen yıllarımızdan, yılları yedik. Yorulduk! Yoksulduk! Öyle süslü püslü gösterişli giysilerimiz, öyle süslü püslü sofralarımız, öyle süslü püslü gösterişli evlerimiz ve öyle süslü püslü sevdalarımız yoktu! Ama o çocukluğumuzun mutluluğu görülmeye değerdi. Renk cümbüşü kuşlar ve kır çiçekleri arasında başka bambaşka bir başka güzel bir mutluluktu varlığımız. Yani her şeyimiz doğal ve organikti. Organik doğal bir kır hayatında, farklı tonlarda farklı farklı renklere bürünmüş farklı farklı güzellikler saçan mis gibi burcu burcu kokan yoksul kır çiçekleri gibiydik.

Organik doğal doğa görüntüsü ile organik doğal bir mutluluktu bizim mutluluklarımız.. Organik doğal bir yaşantı ile organik doğal bir sevgiyi yaşadı yaşadıklarımız, organik doğal bir sevgi ile yaşayan canlı sevgisiydi bizim sevgimiz. Ağaç sevgisiydi, çiçek sevgisiydi, hayvan sevgisiydi, insan sevgisiydi, komşu sevgisiydi, çevre sevgisiydi bizim sevgimiz. Organik doğal bir kahkahayla hayat denizinde kuşlar gibi uçarcasına yüzerdik uçsuz bucaksız ufuklara doğru...

Organik doğal acılarımızla hayata tutunmasını bilirdik. Organik doğal bir hüzün ile organik doğal bir sevinci doya doya yaşamasını bilirdik. Organik doğal meyve ve sebzeler süslerdi sofralarımızı. Anamda babamda çalışkan insanlardı. Babamın mesleği şoför olduğundan uzak seferlere çıkar, günlerce gelmediği günler olurdu. Anam tek başına bostanımıza neler ekmezdi ki? Turp darı, marul, maydanoz, domates, tere, salatalık, kabak, patlıcan, ıspanak, soğan ve çeşit çeşit organik doğal bir hayatı toprağa ekerdi. Sarı ineğimizi unutur muyum, ikinci anamız gibiydi. İçimizden biri gibiydi, sütü ile peyniri ile tereyağı ile yoğurdu ile çok besledi horantamızı. Aradan yıllar geçti köprünün altından çok sular geçti, her şey değişti, unutuldu yalan oldu gitti, geldik günümüz ülke yaşantısına.

Her şeyin sahtesini ürettiler, hayatımız sahteleşti. Hastalıklı GDO'lu ürünler yaşantımızın bir parçası oldu. Yaşantımız yaşanılmaz hâle dönüştü. Sahte yapmacık bir dünya öyle bir dadandı ki yaşantımıza sormayın gitsin! Genetiğimizle oynadı evimizin yolunu şaşırdık. Ömrümüzden yıllarımızı çaldı, sinsi sinsi ciğerimizi söktü kökten götürdü, nefes alamaz hâle geldik. Yaşantımızı tamamen aptallaştırdı. Behlül behlül gezer olduk sokaklarda. Yani organik doğal yapımızı allak bullak edip bozdu. Yediğimizin içtiğimizin tadı tuzu kaçtı, ağzımızın tadı tuzu laçkalaştı. Komşuluk anlayışımız değişti. İçtenliğimize son verdik arkadaşlık hayatımız Almanlaştı. Birbirlerimize karşı yabancılaşarak İngilizleştik. İnsanlıktan uzaklaştık, vahşi acımasız bir hayat vicdanımızı körleştirdi. Sahte sevgilere büründük maskeli balolarda çirkefliğimizi örttük.

Bu arada hastalar her geçen artmaya devam ediyor. Organik doğal bir hayata elveda. Hiç hoş gelmedin dost görünen düşman!

Bugün bakıyorum, hiç dikkat ettiniz mi bilmem? Hastahaneler ve şehir hastaneleri tıklım tıklım hasta dolu. Boşalıp boşalıp doluyor. Ve ne yazık ki hastalar çaresiz hastalıklarına çare ararken bir başka hastalıkla karşı karşıya gelebiliyor. Sadece iyileşirim avuntusu ile hastahanelere gidiyorlar. Peki, bu hastalıkların kaynağını araştırma gereği duyduk mu? Evet, nedenlerin başında hastalıkların kaynağı sentetik kimyasal ilaç bağımlılığı olmasın? Aklımızı bir zorlayalım bakalım. Neden? Hiç uluslararası ilaç kartellerinin daha fazla kazanma hırsını düşündünüz mü? Acaba daha fazla ilaç satabilmek için mikrobik çaresiz hastalıkları gizli laboratuvarlarında üretmesinler? Olur, olur olmaz diye bir şey yok. Olur!

Ve içimizdeki yerli iş birlikçi hainlerin gelişmemiş ülkelerde ülke vatandaşlarını ilaç kartellerine nasıl peşkeş çektiğini bilenimiz var mı? Ve aklımıza soralım. Neden! Hangi ilaçlar hastalığımıza çare oldu? Ömür boyu ölene kadar ilaç kolik olduk mu? Olduk. Öyleyse hangi çareden söz ediyoruz? Başka ne işe yaradı ilaçlar? Geçici teselliden başka bir işe yaramadı. Hem paramızı yedi bitirdi, hem de canımızdan can götürdü. Bunun adı ilaç bağımlılığı değil de peki neyin nesi?

Birde o çocukluk yıllarımıza gidelim. Aradaki farkı görelim bakalım. O günleri anımsarım da, o günleri nasıl aramam yahu? Yaşam ne kadar ilkel modern bir hayattan uzak olsa da sağlıklı bir toplum yapısına sahipti. Koskoca devletin hastahanesi bomboştu. Hastahaneye giden hastalar ya akrep yada yılan sokması yüzünden giderdi. Ya bir yerden düşmüştür kafası yarılmıştır, gözü patlamıştır. Ya kavga ortamında bıçaklı yaralanmalar yüzünden gitmiştir. Ya ayağına çivi batmıştır öyle gitmiştir. Yani istisnalar haricinde çaresi olan iyileşebilir yerel hastalıklar yüzünden gitmiştir. Hiç olmazsa büyüklerimiz o çocukluk yıllarımızda bu denli hastalık saçan sentetik kimyasal ilaçlara bağımlı değildi.

Boşuna yazmıyorum: Zararlı bilimi yenmenin tek yolu, sağlıklı ticari olmayan bir eğitim sistemi ile akılcı bilimi keşfetmenin yollarından geçer. Rast gele uygulamasız ezberci bir eğitim sistemi felaketimize yol açar. Cehaletimiz beynimizde atom bombası gibi gümler.

O köy görüntüsünde ki Kozan'da; Harika doğa görüntüsü doğal bir yaşamın ta kendisiydi. Çok şükürcüler çok şükür doğanın güzelliklerini bozuk para gibi harcadılar. Yerinde yeller esen berbat bir Kozan görüntüsü göz zevkimizi bozdu. Çocukluğumuzun heyecanı ile bilgi birikimimizle dolu dolu çocuklardık. Dolu dolu tertemiz bir havayı soluyorduk ki Birden kara bulutlar üstümüze çöktü, soluğu başka tarafımızdan almaya başladık. Art niyetli rantçı zihniyet soluk alıp vermemizi zorlaştırdı. Ağır iş makinalarını devreye soktu.

Bugünün şehir yaşantısına bakıyorum da üzülmemek elde değil. İçtenlikten çok uzak içler acısı bir görüntü kirliliği. Yine şehir görüntüsündeki Kozan'a bakıyorum üzücü bir ortamda yaşıyor gibiyim.. Huzuru ve mutluluğu terk etmiş, komşuluk anlayışı gitmiş yerine birbirlerine karşı yabancılaşmış bir komşuluk anlayışı gelmiş “lütfen merhaba!” O doğal görüntüsünden çok uzakta bir Kozan. İç bunaltıcı can sıkıcı bir şehir özelliğine dönüşmüş. Her taraf beton yığını. Ve her taraf kat kat beton yığını. Keyflerinin doruk noktasında ki keyfo ağaların ve keyfo beylerin keyfi yerinde. Ne kadar çok beton yığını, o kadar çok kâr hırsı. Milyonlar kazanacağım uğruna keyflerine göre bir dünya! Keyflerine göre beton yığınlarını üstümüze yığdılar, ve keyflerinden göbek şişirme yarışına girdiler. Önce yasal bir kılıf uydurup doğadaki çalıyı çırpıyı yaktılar kuşların yuvalarını bozdular ve kovdular, yersiz yurtsuz bıraktılar. Çok şükür diye diye inşallahlı maşallahlı Kozan'a güzel bir görüntü kazandıracağız ayağında rant uğruna Kozan'a çirkin bir görüntü kazandırdılar. Kır çiçekleri diye bir şey bırakmadılar yeşil otları kökten kuruttular. Kozan'ı çırılçıplak soyulmuş soğana çevirdiler. Ağaç koymadılar, beton doldurmak için ağaçları bir bir kökten söktüler. Bu gidişle soluğu dışkı çıkaran müsait bir tarafımızdan alırsak hiç kimse şaşkınlık yaşamasın. Çünkü böyle olmasını biz istedik. En büyük suç bizim suçumuz. Milyonları cukkalayanların haksız kazançlarına göz yumduğumuz için. Doğal manzarası harcanmış yapay bir hayatı hak ettik. Yani bu rantçı kafalar rant uğruna yaşama dair ne varsa yok ettiler. Canlı bir hayatı yok saydılar. Sadece kendileri için yaşamak istediler. Sadece geriye kalan insan görüntüsüne bürünmüş insan müsveddeleri bıraktılar. Beton yığınları dağ gibi bir yıkım demektir. Akıbeti belli bir çılgınlık!