Halk Köşesi
Arap Aga
Facebookta Paylaş Makale Listesi
HOŞGELDİN DELİ KANLI29 April 2021 Thursday

 

Bir anne ve bababının yokluğunu yüreğimizin derinliklerinde duyumsadıkça ki hayal oldular ve ölmediler, ölümüne ölümsüzleştiler. Yüreğimizin yaşamsal tutkusu oldular. Hiç ölmedilerki. Varlıklarını her anışımızda elemli bir hüzün çöker uzak bakışlarımıza. Yağmur yağmur bulutlara dönüşür göz kapaklarımız. Hani dokunuversen yağacak gibi sağınak sağınak. Ruhumuza işlemiş bir kere ölümsüz tutkuları. Vazgecilir mi hem anadan hem babadan? Ölüme meydan okurcasına bizim için yaşadılar. Tutkularımızın amansız kara sevdasında yaşama sevincimiz. Zoraki olsada mutlu olmasını bildiler, belki yoksuldular.
Ve belkide sofraları yoksuldu, ama gönülleri, düşene tekme vurmayacak kadar zengindi. Kapıları dara düşmüş, gelen her misafire açıktı. Evet bizleri hiç mutsuz görmek istemediler. Gülümseyen gözlerimizin içine baka baka gülümsediler sevincimize. Ve önce bedenlerinde bedenlerimiz şekil buldu ve canlarından bir parça kopararak canlarından can verdiler. Sonra bizleri canlı bir yaşamla tanıştırdılar, canlarından birer parça olduk. İlk eğitmenlerimizdi, yaşama dair ne varsa, bildikleri her şeyi öğrettiler. Emeklemeyi, ayağa kalkmayı, yürümeyi, yemeyi, içmeyi, bakmayı, görmeyi, konuşmayı öğrenmeyi, bilmeyi yani yaşamın bütün zorluklarını ve kolaylıklarını öğrettiler. Belki azıcık doydular, belki azıcık su içtiler, ama doyurdular, biz doydukça, doymasını bildiler, doyurmasını bildiler. Hiç aç bırakmadılar ve susuz bırakmadılar. Bizleri büyüte büyüte sevgimizle saygımızla büyüye büyüye yaşlanarak büyüdüler, ömür dediğin ne ki harcanıp gidiyor işte, ve yaşlandılar bu kez kendileri çocuklaştılar. Biz koskoca çor çocuk, tor torun sahibi adam olduk. Ve sonra, ve sonrasında bir göründüler, bir daha hiç görünmediler, fotoğraflarında yaşadık mutluluğu. Anıları anılarımızda hâlâ her zamanki gibi taptaze canlı sımsıcak. Yüreğimizin derinliklerine hoş bir sada bırakarak bir daha geri dönmemek üzere göçüp gittiler yaşadığımız gerçek diyardan, başka bambaşka bir yalan diyara. Yoklukları öyle bir havasız bıraktı ki bizleri bir anda gökyüzümüz siyah bulutlara büründü Ne gecemiz belli oldu ne gündüzümüz belli oldu. Öyle bir susuz bıraktı ki, yağmur yüklü bulutlara hasret kaldık, yarınlara ulaşabilir miyiz? Yürüdüğümüz uzak yollarda ömrümüz tükenir. Gene de ulaşacağımızı sanmıyorum. Bir tarafımız eksikse her tarafımız eksik kaldı anlayın artık. Yalpa yapa yapa Yalpalayarak yürüyen topal ördek gibiyiz sanki. Arafatta bir çocuk ağlar. Dağlarına puslu havalar çökmüş gibi. Belli bir belirsizlikte ulaşabileceğimiz diyar neresi? Nereliyiz? Bir bilmece gibi soru işaretiyiz. Yorucu bir kavgada yorgun düşen umutlarımız, kör düğüm gibi çözümsüz sorunlar yığınına dönüştü adeta. O kadar aç kalmışız ki bir o kadarda susuz kalmışız, asi bir ruhla patlak verdi yalçın kayalara posta koyan direnişimiz. Çılgın bir kasırgaya dönüştü kavgamız. Yener miyiz, yoksa yenilir miyiz? Boş ver be dostum yensek ne...? yenilsek ne...? baş eğmedik ya zalim ayrılıklara. Açlığımız özgürlüğü çağırır gibi haykırır özgürlüğü, nerdesin ey özgürlüğümüz!? neredesin sevgili dostumuz!? Nerelerdesin? Sarı sıcağın kavuran sıcağı yakar inceden ince, uzaklara düşen uzak hayallerimizi. Çatlak çatlak yutkunur derinden derine susan derin suskunluğumuz. Ya bir patlarsa? Barajlar ne ki? Engel tanır mı?gümbür gümbür akan aķışımız? Fırtına fırtına eser esişimiz. Bu günlerimizde bir gariplik var ey anam, ve ey babam! nerdesiniz? Prangalara tutsak sevincimiz. Derin uykulardan kalkın artık kırın bileklerimizdeki paslı zincirleri. Bir annenin varlığına, bir babanın varlığına o kadar açız ki, su gibi, hava gibi, ekmek gibi ihtiyaç duyuyoruz işte! Tarifi sılada bir hasret. Yoklukları tarifsiz bir acı. Dayan dizlerim dayan. Sahi varlıklarının değerini hiç bilebildik mi? Hep sorarım bu soruyu kendime. Bile bildik mi kadir kıymetlerini? Öğrenemedik mi yoksa öğrettiklerini? Oysa yaşamak düşe kalka yeryüzü ovalarında zorlukların üstesinden gelebilmektir. Yaşam denen tutkuya korkusuzca adım adım koşar adım yürütmektir Gökyüzü bazan masmavi, bazan güneşe küskün gökyüzü. Ufuklara doğru bir gemi yüzer, çılgın martılara inat. Tıpkı annemize benziyorduk tıpkı babamıza benziyorduk. Anne “tıpkı babası” diyordu. Baba, “tıpkı annesi” diyordu. Hık demiş anamıza benzemişiz, hık demiş babamıza benzemişiz. Çünkü bebekliğimiz onların öz meyvesiydi. Ne zahmetlerle, ne zorluklarla, ne çilelerle büyüttüler çocukluğumuzu. Hastalanıp bitkin mi düştük? İlaçları hazır, sevgi denen güzellik. Gülümseyen gözlerinde sevgi Canlarımız ciğerlerimiz, can suyumuzdular adeta. İki dudakları arasındaki uyarıları hep kulaklarımızı çınlatırdı.Aman çocuğum sağlığına dikkat et, sakın hasta olmaBizlerden servet saray beklemediler. Onlar için önemli olan sağlıklı olmamız yeterliydi. Ömürlerinin sonuna kadar bizler onların gönüllerinde hâlâ çocuğuz. Sahip oldukları üzüm bağlarını dahi bağışladılar, ama çocuklarından bir salkım üzüm dahi beklemediler. Eyvallahları yoktur çünkü.
Ağlayan gecelerimizin uykusuz gözleriydiler. Kışımızın yazıydılar, yazımızın kışıydılar. En doğrusu her şeyimizdiler. Sevincimizle sevindiler, acılarımızla yoldaş oldular. Vay be! ömür göz açıp kapayıncaya kadar ne çabuk gelip geçtin sen? Hayal mayal anımsıyorum seni ömür. Ve anam ve babam, yoklukları kasıp kavuran acıların öteki bir adı gibi. Üşüyorum ört üstümü anne...! Kim bilir? Belki değil gerçeğin ta kendisi. Kim bilir? Dönüşü olamayan o yalan diyarda, hasretle andığımız varlıkları. Belkide hasretle kucaklıyorlardır bedenlerimizi. Guzum yavrum der gibicesine Ortak bir sevgi duygusunda hasretlerimiz ortak. Gönlümüzde, sevgimizde, saygımızda bizleri büyüterek, büyüye büyüye yaşlandılar. Bizlerin gözlerinde çocuktular artık. Ve sonra ve evet en acısı olan ayrılık denen yok oluş, kopardı dalımızdaki çiçeklerimizi. Yoklukları ölüm uykusu gibi bir duygu. Sonsuzluğun boşluğunda sonsuz bir arayış. Annem ve babam hâlâ umutlarımızı süsleyen karanfil çiçekleri gibi renk renk. Bir bahar akşamı gözlerim ıslak ıslak. Ben yetimem, ben öksüz.