Doksanlı yıllarda, bir Haziran ayının salı günüydü. Mehmet Açıkgöz ün belediye başkanlığı yaptığı yıllardı. Saat üç 'ü gösterirken Kozan otobüsü hareket ediyor, teybin sesi sonuna kadar açık, Ferdi baba öyle bir bağırıyor ki: "merak etmeee seeen.."
Şoför Halo dayı İsmail, ağır ağır gidiyor, yarım saatte ancak Adana'yı çıkabiliyor. Yanımdaki adam çoktan uyumuş bile. Biletçi İsmail Gürdal abi adamı zor uyandırmış, uyanan adam o sinirle bir tütün dolamış ve yakmasıyla on dakika kadar öksürmüştü (sigara içmek serbestti). Bende biraz sinirlenmiş başımı sağa sola dönderirken, işte tam o anda seni görmüştüm..
Yirmi dokuz numaralı koltukta oturuyorsun. Ayakkabılarını çıkarmış anlatamadığım tarifsiz gözlerinle bana bakıyorsun. Hayır inanamazdım buna. İlk gördüğün birine bu kadar tatlı, bu kadar sevgi dolu bakamazsın. Yoksa tanıdığın birine mi benzettin beni, yoksa sevgiline mi? Öyle olsaydı.. öyle olsaydı eğer konuşur susmazdın.
Annen yanında, babanla kardeşin önde oturuyordu. Sarıçama kadar sana, ancak dört defa bakabildim. Sonra otobüs bir benzin istasyonunda durdu. Ve beşinci kez göz gözeydik seninle.. başka ne baktım, ne iki laf edebildim..
İçimden bu Avşar kızıdır, İmamoğlu’nda iner diyordum. Ama yanılmışım, Kozan a yaklaşırken halen beraberdik. Baban muavine, kırtasiyeci Tufanın orda ineceğiz derken de bizler belki de bir aşkı bitirmiştik
Otobüsten inip kimsin nesin demeden gidiyordun. Ben delik deşik bıraktığın kalbimle hala seninleydim. Ne güzel olurdu kim bilir değil mi? Beraber inseydik el ele…darılma bana güzelim yaşadığım dünyanın ancak bir saatini güzelleştirdin sen, o zaman unutmuştum, hadi güle güle... (Kara kaplı defterden)
Günün sözü: "Keşke şiiri, Çay ı, Adana’yı, Cim Bomu, Aşkı seven insanlardan bir dünya kursalar..."